-Her insanın birikimleri vardır. Ve bu birikimler, çok şeyi barındırabilir içinde. Hangilerini dökmek isterseniz, o çıkar ortaya olabildiğince.
Ben iki ana başlık altında yorumluyorum hayatı: Birincisi “korku”, ikincisi “sevgi”dir. Mutlaka insanın korkuları vardır. Bu bir gerçektir ve “karşıtlık” değeri açısından yok sayılamaz. Ancak, ben korkularımı daha çok sevginin ağırlığı altında ezmeye çabalıyorum. Bu bağlamda; küskünlüklerimin, öfkelerimin, bu yanlarıyla sergilenmesini seçiyorum. Ne kadar başarabildiğim tartışılabilir. Elbette tamamı bundan ibaret değil. Sevinçlerim, coşkularım, sorgulamalarım ve eğlenceli yanlarımla varım. Bir keşif gibi algılıyorum yaşamayı. Bir derinliği, bilinmezliği keşfetme duygusu. Düşünün ki; bir karanlık mağaraya girmek istediğinizde, orayı keşfetme merakınızın yanısıra mutlaka korku ve kuşku da olacaktır bilinmezliğe karşı. Korkunuz egemen olursa vazgeçersiniz. Yolu tamamlamak, serüveni yaşamak için sevmek gerek oysa. Heyecan duymak budur. İçinde olduğum labirentin duvarlarına çize çize, yaza yaza, çıkış yolunu bulmak umudu ve inancıyla bir otuz yıllık deneyimi geride bıraktım. “yazılı şeyler”imi edebiyata, felsefeye olan aşkımın, “yazısız şeyler”imi de karikatüre olan aşkımın ürünleri olarak insanlarla paylaşıyorum.
-Senin şair yanını, yaşama filozofik yaklaşımlarını biliyorum. “muhabbet, kuşun uçmasıdır.. ne zaman ki kanadı kırılır, kaçmayı düşünür...” ya da “halden anla Tanrım! meşru bir günahtır aşk…” diyen yüreğin romantik, bu tümceleri söyleyen aklın muziptir. Yaşam nedir? Aşkın bir parçası mı?
-Biraz önce de dokundum. Yaşam benim için keşfetmektir. Aslında biraz daha algılar-üstü görüş belirtmem gerekirse, tüm bir yaşanmışlığı yalnızca anımsama sürecidir bu ömür. Bu şekilde olduğunu söylüyor iç sesim. Pek akılcı gelmeyebilir. Hani filozofik yaklaşımım olduğunu söyledin ya, ters bir yanıt gibi görünebilir. Çünkü felsefe, mantık aklın ürettiği düşünce olarak kabul görür. Ancak ben yine, o merkezi de yüreğin beslediğine inanıyorum. Bazen kendime göre kabul ettiğim bu inanç sistemim bana da karmaşık geliyor. Fakat varoluşu sorgularken, bu tür arayışlarda her zaman karşılaşılabilir bir durum olarak, olağan buluyorum karmaşıklığı. Sanırım beni tanımlayacak cümle; “aklı başında değil, yüreğinde bir adam!” Yaşam; bir “aşk” yani “sevgi”ler bütünüdür ve içinde “acı”lar barındırması da çok doğaldır.
-Aşk olmadan mizah olmaz mı? Ya da Aşk mizahı öldürür mü? Yoksa mizah mı öldürür aşkı? Hay Allah, bu soru çuvalladı galiba…
-Yok yahu! Soruların tam bana göre. Daha doğrusu beni anlayan, soru gibi görünse de özünde beni anlatan, yanıt gerektirmeyen cümleler bunlar. Tamamlamak isterken, çuvallayan ben olmayayım da! “Aşk”a gelince; yazmasam, çizmesem, düşünmesem, aşk düşer. Onu canlı tutmak gerekir. Bu canlılıktır üretkenliğimi tetikleyen. Bir tür aşk ile sevişmektir hayat! Aşk mizahı öldürmez, mizah da aşkı. Ancak şu da bir gerçektir ki; seviştikçe böyle hayat ile mutlaka “ölüm” dedikodu üretecektir...
-Mizah mı kışkırtıcı, olaylar mı kışkırtır mizahı?
-Kışkırtmak kavramını nasıl anladığınıza bağlı. Eğer bir saldırganlık eylemi olarak algılarsak, mizah, gereksiz saldırganlık göstermez. Algı meselesi. Mizahın etkisi, saldırganlık olarak kabul görebilir de muhatabınca. Kışkırtmak eyleme davet çıkarmaktır diye düşündüğümüzdeyse olayları sorgulayabiliriz. Tuhaf bir yanıt oldu, farkındayım.
-Hem çizgili mizah (karikatür), hem de ince ince dokunduran sözlerle yaşama sataşmalar, gündemin peşinden koşmayan ama gündemden de kopmayan rahatlık… Klasik soruyu sorayım bari “Ne olacak bu memleketin hali?”
-Sence ne olacak bu memleketin hali? Konuşacağız hep bunları. Geçmişten bugüne, bugünden yarına. Ne zaman ki dil sessizliğe gömülür, dudaklar da ruhuna kavuşur. Akar gider bir ırmağın kokusu. Hayat yerçekimsiz, salkım söğüt altında... (Bizim Gazete / 18 Ocak, 2011)